Son Dakika
İslâm medeniyetinde vakıf, bir gayenin tahakkuku için Allah rızasını kazanmak niyetiyle ilahi bir emri yerine getirmek, kişinin kendisi ailesi ve diğer insanların yararına yaptığı her türlü hayırlı iş anlamındadır. Bu bakımdan vakfın hükümleri vakfın talepleri hiç bir şekilde gayesi dışında değiştirilemez.
Vakıf, kelime olarak, durmak manasına gelir. İslam hukukunda ise, bir mülkün bütün faydasını insanların yararına harcamak kıyamete kadar başka birinin mülküne geçmeyecek şekilde kullanımının devamını sağlamaktır. Bu amaçlarla kurulan vakıflar, din, dil ırk hatta yeryüzündeki hiç bir canlı ayırımı gözetmeksizin hizmet yapma gayesi içinde olmuştur. Yüzyıllar içinde bu medeniyeti inşa ettiği iyilik, güzellik, sevgi ve merhamet sözcüklerden hareketle büyük bir insanlık birikimi ortaya çıkartmıştır.
Yani vakıf hem kendini yaşatır, hem kendine ait olan eseri ve iyiliği… Bu bakımdan dedelerimiz, bize armağan olarak ne kadar maddî-manevî varlık bıraktı ise neredeyse hepsi vakıf yoluyla meydana getirilmiştir. Bilinen en eski vakıf, Mekke’deki Kabe’dir. Kabe, yeryüzündeki ilk mabettir. Rivayete göre sürülerini satıp insanların istifadesi için vakfeden ilk insanda Hz. İbrahim’dir. Peygamberimiz Medine’deki yedi parça mülkünü vakıf etmiştir.
Toplumsal hayatta sayısız işlevler gören vakıflar, Müslümanların hukuk dünyasında önemli katkılar sunmuştur. Yüce kitabımızda da Rabbimiz infak ve tasadduka işaret eden ayetlerden bahse etmektedir. Ey insanlar, ruku edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ki saadete erişesiniz. (Hac, 22-77)
Keza, vakıfla ilişkisi kurulan ayet, “sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
“(Al-i imran,3-92)Vakıf İslâm tarihini göz önünde tutularak İslâm hukukçularının takdire şayan değer çabaları sonucu işlenip geliştirilmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte ” insanlar ölünce üç şeyden başka ameli sona erer, Devam eden sadaka (sadaka-i cariye) faydalanan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat” denilmektedir. Bu hadiste geçen sadaka-i cariye İslâm hukukçuları tarafından vakıf olarak yorumlanmıştır. Müslümanlar, İslâm’ın ilk yıllarından itibaren kuran ve sünnetin emirlerine uyarak yardımlaşmaya başlamışlardır. Cabir isimli sahabe, “Ben Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan mal ve kudret sahibi bir kimse tanımam ki, vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın, diyerek bu hakikati ifade etmiştir.
İslam tarihinde vakıflar, insanların ve başka canlıların faydasına olan çeşitli hizmetleri yerine getirmek üzere kurulmuştur. (Ziya Kacızı, 1985, 45)
Vakıf, bir malın Allah’ın malı olmak üzere ferdi mülkiyetten çıkartarak insanların faydasına sunmaktır. Buradaki önemli olan hususlardan biri, vakfedilen mal insanların faydasına olmasıdır. Şahsi mülkiyetten çıkarıp Allah’ın mülkü olarak kabul edilmesiyle vakıf edilmiş olunur.
OSMANLILARDA VAKIF KÜLTÜRÜ
Osmanlı dönemlerinde ise vakıflar, zirve yapmış en ücra coğrafyalarda yaşayan insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılamada ve hayat standartlarını yükseltmede en tesirli unsurlardan birisi de şüphesiz vakıf müesseseleri olmuştur. Bir vakıf medeniyeti olan Osmanlı, bir vakıf külliyesi etrafında yalnızca şehirler kurmamış, aynı o şehri ayakta tutacak sosyal, kültürel, ekonomik alanlarda vakıflar kurarak mekan ile insanı birlikte düşünmüş, hayatı her yönüyle kuşatan vakıflar kurmaya özen göstermiştir.
Osmanlılar vakıf kurumuna ayrı bir önem vermiş ve bu müesseseleri cemiyetin her katmanına yaymayı başarmıştır. Öyle ki, padişahlardan tutun, onların anneleri, eşleri, kızları, erkek çocukları, gelinleri, şeyhülislamlar, müderrisler ve diğer devlet memurları zenginlerden tutun, mütevazi gelire sahip sıradan insanlara kadar, kadını erkeği hayırda yarışmışlar. Nitekim Kanuni sultan Süleyman devrinin ünlü tarihçisi ve adamı Lütfi paşa, Asafname adındaki eserinde, ideal bir devlet adamının gelirlerinin üçte birini harcamasını, üçte birini tasarruf etmesini, üçte birini de hayır ve vakıf işlerine yatırmasını gerektiğini yazmaktadır.
Osmanlılarda vakıfların hizmet götürmediği ne bir yer, ne de bir sosyal alan kalmıştır. Devlet iç ve dış sebeplerle mali sıkıntılara girdiği dönemlerde, vakıflar sayesinde eğitim ve sağlık hizmetleri, dini ve kültürel hizmetler aksamadan devam edebilmiştir. Özellikle Osmanlı döneminde pek büyük bir gelişme gösteren “vakıflar” sayesinde bir adam, vakıf evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mülkten yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü. Vakıfların gördüğü hizmetlerin en başında geleni, eğitim ve öğretim alanındaki faaliyetlerdir. Bunun için tahsil gören öğrenciler yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını gidererek bir mekanın temini idi.
Bu güzel hayrat müessesesi vasıtasıyla oluşturulan finansman kültür, eğitim, sağlık, altyapı, bayındırlık, dini ve sosyal hizmetlerde tarihte altın sahifeleri dolduracak önemli hizmetleri ortaya koymuştur. Günümüz Türkiye’sinde eğitim, sağlık, sosyal, güvenlik, ibadet ve bayındırlık faaliyetleri devlete yaklaşık 100 milyar TL’yi aşan bir maliyeti bulunmaktadır.
Bu sebeple, Vakıflar bir devletin güçlü olmasında bir mihenk taşı bir yol haritasıdır. Vakıf her şeyden önce Müslüman toplumun manevî sigortalarından biri olup, kardeşliği, farkındalığı, bir arada yaşama sanatını öğreten önemli bir hayri müessesedir.
Nimetullah Demir
Osmanlı arşivleri araştırma uzmanı- yazar
BENZER HABERLER