bahis sitelericanlı bahis sitelerislot siteleriporn websitesescort bayan pendikcanlı bahis siteleribahis siteleri isimleriescort izmir twitterdeneme bonusu veren sitelerhttps://www.ertecongress.org/casino sitelerisweet bonanzacanlı casino sitelericasinoslot oynakuşadası escortmalatya escorthttps://1baiser.com/escort/parissexemodelcifturkey.orgfree porn websitesHidden Wikideneme bonusu veren sitelerbodrum escorthttp://www.wcph2020.com/izmir escortankara escortgöztepe escortonline casino india real moneydeneme bonusu veren sitelerdeneme bonusu veren sitelersex seyretEscort Londonizmir escort bayanşişli escort bayan

MUŞ KÜLTÜRÜ

MUŞ KÜLTÜRÜ

Muş’un ilkçağ tarihi gibi kültür tarihi de Urartularla başlar. Muş kültür tarihinin Urartulardan önceki devirleri gün ışığına çıkarılmamıştır. Urartuların tarih sahnesinden  silinişinden sonra, Muş’un da dâhil olduğu Doğu Anadolu’nun yüksek platolarında  yaşayan mahalli halklar orijinal bir kültür oluşturmamıştır. Doğunun Pers Kültürü tesiri altında kalmıştır. Hıristiyanlığın yayılışı bölgenin kültüründe köklü bir değişiklik yaratmıştır. Türklerin hâkimiyetinden sonra Türk-İslam  kültürü yayılmaya başlamış ve zaman içinde tek kültür durumuna gelmiştir.

Malazgirt  Savaşı Anadolu’nun Türkleşmesine yol açarak kültür tarihinde yeni bir sayfa  açmıştır. Muş ve çevresi Malazgirt’ten günümüze yaklaşık 1000 yıldır Türk-İslam  kültürü etkisinde yaşamaktadır. Muş’un zengin kültür mirasının, özellikle  Türk-İslam devirlerine ait önemli bir bölümü ayaktadır ve bu miras, Muş’un  köklü tarihinin sembolüdür. Ören yerleri camiler, türbeler, kaleler, hamamlar,  köprüler ve çeşmeler bu mirasın mimari örneklerini oluştururlar. Arkeolojik  kazılarda ortaya çıkarılan zengin buluntular ise Ankara Anadolu Medeniyetleri,  Erzurum, Van ve Diyarbakır müzelerinde sergilenmektedir.

GELENEKLER

Muş ve çevresinin sosyal hayatında  geleneksel yapı hâkimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet  geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen  korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar  birleşip aşiretleri; aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip beylikleri;  beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan hareketle töreler  inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat  biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar.

DOĞUM TÖRENLERİ

Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi  gelenek ve göreneklerini devam ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern  tıbbın hayatımıza girmesiyle unutulmaya yüz tutmuştur.

Doğuma Hazırlık: Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel  kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayı yıkanır ve yeni elbiseler  giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen)  denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli  nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen  misafirlere ikram edilir. Doğum  zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından  karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum  gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder.Doğum  müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle  birlikte eşini kayın pederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi  ya da kayın peder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.

DOĞUM  SONRASI TÖRENLER

Ad Verme: Çocuğun  doğumunu müteakip 3–7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri  ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet  edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi  birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz.

Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa  tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek  hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her  çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce ‘Akika’ denilen kurbanlar, fakir  ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.

Sünnet Merasimi: Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği  eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi  yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun  ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu  gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan ‘Putlaç’ geleneğinin uzantısı olarak  çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi  arasında, – İslam’dan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve  kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.)

EVLENME GELENEĞİ

İlimizde  ataerkil aile düzeni hâkimdir. Bu nedenle geleneksel olan görücü usulü ile  evlenme Orta Asya’dan gelen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkar.

Kız Görme (Bakma): Kız görmeye (bakmaya) erkek  tarafının büyükleri karar verir. Aracılara müracaat edilir. Kız tarafına yakın  (genellikle akraba) birinin vasıtasıyla ya haber gönderilir ya da beraber  görücü gidilir.

Görücü gidenler, kızın ev içerisindeki hal ve hareketlerini,  güzelliğini gözlerler. Kızdan, el ve ev işlerindeki becerilerini görmek  amacıyla işlediği nakışları göstermesi istenir. Usulen su istenir. Su verirken  gelişine, yürüyüşüne; suyu verirken duruşuna dikkat edilir. Kız da bu konularda  dikkatli ve eğitimlidir. Suyu ikram ederken elini göğsüne koyar ve saygıyla  hafifçe tebessüm eder. Bunu bardağı geri alırken de yeniler. Bu hareketler,  kızın aile terbiyesi ve inceliği açısından önemli göstergeler olarak kabul edilir.

CENAZE

Muş  ilinde ve çevresindeki aşiretlerde,   ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin  hayatta iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas  sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz  bu şekilde yas da olduğu belirtilir.

HARAFANE

Kış  Muş’ta çok uzun sürer bazen mayıs ayım kadar devam eder. Bundan ötürü İlkbahar gelir gel­mez halk düzlüklere, su boylarına, ağaç  altlarına hü­cum ederler. İşte bu gezilere Harafane denir.  Ekse­riya tatil gününe tesadüf eden pazar günleri olur. Sabahleyin bütün aile çoluk çocuk hep birlikte akşama kadar yiyecekleri  yiyecek eşyalarını, oturmak için minder kilimleri alarak giderler. Bu eğlence  ak­şama kadar devam eder. Akşamüzeri mutlaka etli bulgur pilavı yapılır, yeşillikte hep birlikte yenir, akşam üzeri  yola dizilerek tekrar evlere dönülür. Bu geziler aile olduğu gibi mahalleden bir kaç kişinin bir araya gelmesiyle de mümkün olur.  Kırlarda bol; bol oyunlar oynanır, koşulur eğlenilir.

DİĞER  KIŞ EĞLENCELERİ

Kışın  evlerde toplanan mahalle halkı kendi aralarında bazı oyunlar  oynarlar. Bunlar yüzük oyunu, Ceviz yuvarlama, Hikâye anlatmaları gibi oyunlar yapılır, ancak son zamanlarda bunlar tamamen  unutulmuştur. Artık böyle toplantılar yapılmaz olmuştur.

Mahalle  çocuk oyunları da aynı şekildedir. Geceleri mahallenin bir  düzlüğünde toplanan çocuklar, Saklambaç, Saman saman, Ebe oyunu  gibi oyunlar oynarlar. Gündüz ise çeşitli taşla oynanan  oyunlar, bilye oyunları, hostanik, birdir bir oyunu, Pabuç çevirme  oyunu gibi oyunlar oynanırdı. Ancak bunlar da hemen hemen  oynatmamaktadır. Bunların yerine sportif oyunlar geçmiştir. Her  mahallenin düzlüğünde top kovalayan çocuklara rastlanılmaktadır.

Hıdır Nebi  – Hıdır İlyas ( Hıdrellez ) : Nisan  ayının yirmi ikinci gecesi Hıdır Nebi, Hıdır İlyas’ın geleceğine inanılır. Gece  yağan yağmur damlaları temiz kablara alınır. Bu su şifa niyetine içilir  Hastalara da verilir.

Vartivar : Temmuz ayının onbeşinci günüdür.  Bugün yazın en sıcak günüdür. Köylerde toplanan halk koyun sürüsünün bulunduğu  beriye giderler. O gün koyun ile kuzunun birbirinden ayrılır. Koyunlar ayrı bir  sürü kuzular da ayrı bir sürü olur. Kuzuların bakıcısına Berivan denir. Yazın  sıcağına işaret bir tekerleme şöyledir:

Keçel  karganın sözü olsa

Vartivarde  kar yağar.

Bölgenin diğer illerinde olduğu  gibi Muş’ta da, Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya  silahla ateş edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay’ın kendisini  yutan ejderden kurtarılacağına inanılır.             Yine ayın  ilk halini gören kişi hemen yanında kimse yoksa gözünü kapatıp dilek tutar.  Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu  olacağına inanır ve o günlerin güzel, bereketli geçeceği kanaatine varılır.  İslam’dan sonra Ay’ı ilk gören kişinin Peygamberimize salâvat getirme geleneği  de eklenmiştir.

Eski Türklerde gökte her insanın bir yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.

Ay Tutulması:  İslam’dan önceki devirlerde Natüralist inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp  karanlık dünyasına sürüklerler.

Yine  İslam’dan önceki devirlerden kalan ve şu anda hurafe ve batıl olarak kabul  ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu zaman Ay’ı ejderin ya da canavarın  (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay’ı ejderden kurtarmak için bağırıp  çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde gürültüler çıkarma Şamanizm’den  gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça rastlanılmaktadır.

Kara Çarşamba: Tunceli – Bingöl – Erzincan  çevresinde ve Muş’un dağ köylerinde ‘Kara Çarşamba’ olarak kabul edilen ve mart  ayının ilk çarşamba günü erkekler alınlarına ‘kara bir leke’ ya da ‘is’ sürerek  ırmak ve derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve  niyazda bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır.  Hastalıklı olanlar bu daireden geçirilirken ‘Kurt Kafasının’ ağzını bağlayıp,  “kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bu günün  hatırına da sürülerimize dokunma” diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için ‘kurtağzını bağlama’  geleneği devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize ‘Ergenekon Destanında’  yaşanan hadiseleri çağrıştırır.

İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur:  Peygamber Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın  bir araya gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bu gün de Şubatın  son, Mart ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen  yemekler yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin ‘Nefsin  için neyi çok istersen başkalarına da ondan iste’ Hadis-i Şerifinin gereği  yerine getirilir.

Geleneğe  göre bu hafta Şubat ayının son Çarşamba’sından başlayıp Mart ayının ilk  haftasına kadar devam eder.Bu  haftada Peygamberlere Allah tarafından bazı belalar verildiğine inanılır. Hz.  Eyyüb’ün bu hafta içinde vücudunun yaralandığına inanılır.

Bu hafta içerisinde evlerde bol, bol tatlılar yapılır. Fakirlere ve komşulara dağıtılır.  Bazen birkaç aile bir araya gelerek bu haftayı beraber geçirirler. Burada  “Nefsin için istediğini başkası içinde iste” düsturuyla yapılan her yemek ve  tatlı dağıtılır.

Son Çarşamba kurtuluş Çarşamba’sıdır. Bu hafta içinde bazı evlerde Kur’an okunur.  İlahiler söylenir. Bazen de Mevlit okutulur.

Ziyaret Ağacı: Ağaca bez bağlama geleneği, bütün tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk yansımasıdır.  Şöyle ki; Şamanizm’de iyi ruhların tutulan dilek ve temennileri ulaşması  gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam’ın kabulünden sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.

Sagu (Sadu – Ağıt –  Yas): Mezarın etrafında yedi defa dönülerek yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı  taşır. Günümüzde de geleneksel olduğu için özellikle yaşlılar tarafından  (unutulmaya yüz tutmuştur) uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola sallanarak yapılan Yasa, ‘Sadu’ denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir şekilde uygulanır.

Kampos (Alkız,  Alkarısı) İnancı: Doğum  sırasında ve sonrasında gerek ana gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak  kabul edilir. “Kampos” adıyla isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan  (Loğusa) ve yeni doğmuş çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde,  tarlada, bağda, bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine ağırlığı ile çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı bir takım hastalıkları verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır.  Kampos geceyi ve karanlık âlemi sever. Kampos’un fiziki yapısı ile ilgili olarak birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur.  Kampos’un bazen papağı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği, bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı ifade edilir. Kişiye zarar vermek için gelen bu  meçhul yaratığın çıkardığı hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu  halde hiçbir harekette bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu söylenir.

Kampos’tan korunmanın yolu, onun korktuğu, iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.

Yörede Kampos tarafından verildiğine inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret  yerlerine gidilir. Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi edilirdi.

Yöremizde Kampos’un  (Alkız-Alkarısı) ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken  tuttuğuna; korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli  kabul edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.

Dağ, Ata ve Ağaç Kültürü: Eski Türk’lerin ölen büyüklerini  kutsallaştırmak için yüksek dağ tepelerine gömdüklerini, ulu dağların  tepelerinin de aynı şekilde kutsallaştırıldığı, atalarına ait mezarları bu mekânlarda  yapıldığı, gökyüzüne yakın kabul edilişi ve uzaktan mavi renkte görünmelerinden  ötürü kutsal mekânlar olarak nitelendirildikleri anlaşılmaktadır. Kaldı ki  Altay dağlarında rastlanılan kurganların çoğunun yüksek dağlarda bulunuş sebebinin  bu olduğu bilinmektedir.

Bu inanışların Anadolu’da da aynı şekilde yaşandığını görmekteyiz. İslamın etkisiyle eski Şamanist  inanışlarındaki ulu dağlar ve üzerindeki Ata Ruhlarının yerini, aynı dileklerin  yapıldığı Evliyaların ve Yatırların ruhu almıştır.İşte, ilimizin Varto ilçesinde dağ  kültürü ile ata kültürünü andıran “Koçkar Baba” adı verilen ve adına törenler  yapılıp dualar okunan bir ‘Ziyaret Tepesi’ mevcuttur.

Koçkar Baba ya da Köşker Baba  Ziyaretinde, çevredeki bütün halkı bayramlık elbiselerini giyer, yiyeceklerini  hazırlar tepeye çıkarlar. Burada Kurbanlar kesilir, çeşit çeşit yemekler  yapılır, gönüllerdeki dileklerin tutması için Evliyanın yattığına inandıkları  (Ata ruhu) mezar taşına dualar yapılıp ve öperek dile getirdiklerini, dağdan aşağıya,  düzlüğe indiklerinde at koşturup eğlendiklerini ve bu arada davul sesine  benzeyen sesler işitildiğini, halkında bunun “Koçkar – Köşker Baba tarafından  çalındığına inanılır.

Koçkar ya da Köşker Baba, bazı  kaynaklarda 786’da Varto’ya Oğuz Boylarından Akkoyunlu Oymak Başı olarak  geldiği ve burayı yurt tuttuğu, vefatı ile birlikte de Bingöl dağlarının  üzerinde yüksek bir tepenin üzerine defnedildiğidir.

ÇOCUK OYUNLARI

Muş ve çevresinde çocukların sıkça oynadıkları oyunların  başında ‘Dadduhal’, ‘Ebe Oyunu’, ‘Holoç’, ‘Moza (Cız)’,  ‘Dellur Ağaç’ gelir. Bu oyunlarda yine kökü  eskilere dayanan oyunlar olup teknolojinin gelişmesi ile birlikte çocuklar  tarafından artık oynanmaz ve unutulur olmuştur. Oyunlar yardımlaşma, kaynaşma,  birlikte hareket etme, disiplin gibi davranışları kazandırma amacına yöneliktir.

Çelim Çelim Çemçecük: Milletimizin  sosyal yaşamında su ve yağmur; hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir.  Su ve yağmur kutsaldır. Bunun ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin  hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her  yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine ‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun  Allah’ın bir lütfü olduğu inancı hâkimdir. Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak  değişikliklerle devam etmektedir. Yağmur yağması için başvurulan inançların  içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu  niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi  ve maniler şeklinde kendini gösterir. Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin,  çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez  parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi totemdir. Çocuklar bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler  söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)

Kapı kapı dolaştırılan bu bebek,  her evin kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi yağmur yağması dileğiyle önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker  verir.

Duduhal: Bir  ekip oyunudur. Üçer ya da dörderli oynanır. Her ekibin yaklaşık 10 metre uzunluğunda bir  oyun çizgisi vardır. Her ekip kendi çizgisine üçtaş diker. Oyuna başlayan  ekibin oyuncuları karşı ekibin taşlarını yıkmak için ikişer taş atarlar.  Dikilen taşların birini yıkan oyuncu bir taş daha atmaya hak kazanır. Atılan  taşların yıkılan taşlara değmemesi bir kuraldır, atılen taş yerdeki taşa  değerse o taş yeniden dikilir. Eğer dikili taşların üçü de yıkılırsa, taşları  yıkan tarafın oyuncuları diğerinin sırtına biner; karşı tarafın çizgisine kadar  götürülme hakkını kazanır. Dikilen taşlar düşürülemezse taş atma sırası diğer  ekibe geçer. Oyuncular her atış sırasında duduhel hel hel diye bağırırlar

Ebe Oyunu:  Çocuklardan biri ebe olur. Seçtiği bir canlı ya da  cansız herhangi bir nesneyi ad vermeden, bazı özellikleri ile belirterek  anlatmaya çalışır. Oyuna katılanlardan hangisi tarifi yapılan varlığı bilirse,  ebe elindeki kamçıyı ona verir. Diğerleri kaçışırlar. Kamçıyı eline alan  yakalayabildiği oyunculara rasgele vurmaya başlar.  Bu kovalamaca ebenin ‘Şahin’ diye bağırmasına  kadar sürer. Kamçıyı elinde tutan oyuncu kamçıyı ebeye vermeden yakalanırsa bu  defa yakalayan kamçılamaya başlar. Buda bir fırsatını bulup kamçıyı ebeye  verinceye kadar sürer.

Holoç: Beş  ya da yedi kişilik takımlarla ve sopa ile oynanır. Önce oyun alanında bir çukur  kazılır. Çukurun iki ya da üç metre uzağına bir taş konur. Buna “Moza” denir.  Kurayla bir ebe seçilir. Ebe mozayı, sopa ile iterek çukura doğru sürükler.  Diğer oyuncular buna engel olmaya çalışırlar. Sopalarıyla (sopalara ‘degenek’  denir) mozaya hızla vurarak uzaklaştırmak isterler. Ebenin sopasıyla diğer  oyunculara dokunmaması kuraldır. Ebenin sopası diğer oyunculardan birine  değerse ‘holoç’ olur.

Moza (Cız) :Holoç oyunundaki moza (taş) burada  oyunun konusudur. Üç ya da beş kişi ile oynanır. Lap denen ele sığacak kadar  düz taşlarla oynanan bir çizgi oyunudur. 25–30 cm çapında bir daire çizilir.  Ortasına ‘moza’ denilen yuvarlağa yakın taş bırakılır. Altı yedi metre uzaklığa  bir metrelik çizgi çizilir. Her oyuncu sırayla çizgiden attıkları laplarla  mozayı dairenin içerisinden çıkarmaya çalışırlar. Mozayı daireden çıkaran  oyuncu her vuruşta yeniden oynanmaya hak kazanır. Belirlenen oyu sahasının  dışına çıkana kadar oyun devam eder. Oyun, puanlama sistemi ile oynanır. Bu  durum sıradaki oyuncu bitinceye kadar ya da sıkılıp pes edinceye kadar devam  eder.

Dellur Ağaç: Çelik çomak oyununun aynı olmakla  birlikte İlimizde değişik şekilde oynanan biçimi de vardır. Şöyle ki: iki, dört  ya da altı kişi ile oynanan bir oyundur. Dört-beş metre çapında büyükçe bir  daire çizilir, dairenin tam ortasına küçük bir çukur açılır, yumruk  büyüklüğündeki çukurun üzerine Dellur denilen küçük sopa bırakılır ve degenek  denilen uzun sopa çukurun içine sokularak destek alındıktan sonra yuvarlağın  ortasındaki oyuncu tarafından yuvarlağın dışında uzağa fırlatmaya çalışır. Delluru  (küçük sopayı) havada iken yakalayan rakip oyuncu direk oyunu başlatmaya hak  kazanır eğer yakalayamamışsa delluru düştüğü yerden alarak ötedeki büyük  dairenin içerisine atıp denk getirmeye çalışır. Dairenin içerisindeki oyuncu da  rakip tarafından atılan delluru dairenin içine sokmamak için degeneğiyle  (çomağıyla) hamle yapar bu oyun dellur daireye sokulana yada ebe delluru havada  yakalayana kadar aynı kişilerce devam ettirilir. Unutulmaya yüz tutmuş olan bu  oyun tarzının kurallarıyla şu anda Avrupa da oynanan beyzbola benzemesi dikkate  şayandır.

Riz: İki kişi tarafından oynanır. Her oyuncunun üç tane küçük taşı vardır.  Yere önce bir kare çizilir. Kare içerisine artı yapılır. Her iki oyuncunun  taşları çizgilerin kesiştiği yerlere karışık olarak bırakılır. Oyuncular  sırasıyla hamle yaparlar. Oyunda öncelikle üçtaşını aynı hizaya getiren oyuncu  oyunun galibidir. Esas olan üç taşı aynı hizaya rakibinden önce getirmek  olduğundan öncelikle rakibin hamle yapması önlenmelidir.

 

Muş Ovası
antalya escort istanbul escort