Divan kurulunun oluşması için teklif edilen kurul üyelerinden Talha APAK divan başkanlığına,Şakir ÖZKAN katip üyeliğe,Burhan KAŞTAN ise üyeliğe seçildi.Divan Kurulunun oluşmasından sonra okunan aşr-ı şerif ile toplantı başladı.
2019 yılı yönetim kurulu faaliyet raporu yönetim kurulu genel sekreteri Şemsettin MEMİŞ tarafından okundu.Müzakere edildi.
Denetim kurulu raporu denetim kurulu üyesi Hakan YAŞAR tarafından okundu.Müzakere edildi.
2019 Yılı Bilanço ve Gelir/ Gider Tablosu vakfın mali müşaviri Hüsamettin APAK tarafından okundu.Sorulan soruları Yönetim Kurulu Sayman’ı Ulvi EROĞLU cevaplandırdı.Oy birliği ile 2019 Yılı Bilanço ve Gelir/ Gider Tablosu ibra edildi
Gündemin önemli maddelerinden olan yeni yönetim ve denetim kurulu üyelerinin seçimi yapıldı.Aday gösterilen üyeler şu şekilde seçildiler.
Yönetim Kurulu
* Orhan Sami GÜLTEKİN
* Ulvi EROĞLU
* Şemsettin MEMİŞ
* Nihat AL
* K.Serhat KALSIN
* Oktay ÇUBUKÇUOĞLU
* Cüneyt AYKAN
* Necip SEVER
* Mehmetşah DURSUN
*Nurettin BULUT
*Mustafa Necati IŞIK
*Serkan KARADAĞ
*Evgin Şener DÜZENER
*Tekin AKAYDIN
*Yılmaz BOZYİĞİT
DENETİM KURULU
Asil
*Serdar ALKIŞ
*Hakan YAŞAR
*Adnan KANITOĞLU
YEDEK
*İnan SALTIK
*Ziya Fırat GÜLTEKİN
*Ayhan SÖNMEZ
Şeklinde seçildiler.
Son olarak vakıf saymanı Ulvi EROĞLU yönetim kurulu adına söz alarak genel kurul üyelerine teşekkür etti.
Genel Kurul üyeleri de yönetim kuruluna vakfa ettikleri hizmet için teşekkür ettiler.
Kazanımın Kullanım Sahaları ve Görevleri
1-Üst düzey yöneticiler
2-Strateji danışmanları
3-Üretim, pazarlama ve satış departman yöneticileri
4-Finans, bankacılık ve sigorta sektörü çalışanları
5-İnsan kaynakları uzmanları
6-Kamu politikası belirleyicileri (Denetleme ve düzenleme)
KONULARINA GÖRE DERS İŞLEME TAKVİMİ
–Yalın Girişim – (2 gün = 12 saat))
– Finansçı Olmayanlar için Finans Eğitimi – (2 gün )
– İnovatif Kurum Kültürü – (1 gün )
– Proje Yönetimi – (1 gün)
– Ürün Tasarım ve Geliştirme Yönetimi – (1 gün)
– Stratejik Yönetimin Temelleri – (1 gün)
– Liderlik ve Yöneticilik – (1 gün)
– Karar Vericiler için Oyun Teorisi ve Uygulamaları – (1 gün)
– Uygulama ve stajyerlik.
– Mentorluk Çalışması
]]>2019-2020 Öğretim yılında hedefimiz 1071 burs
2019-2020 Öğretim yılında vakfımızın açtığı burs başvurularına yaklaşık 2250 Muşlu öğrencimiz başvurmuştur.Vakıf yönetim kurulundan oluşan Burs komisyonumuz İstanbul’da,Kocaeli’nde ve Sakarya’da okuyan bursiyer adayları ile İstanbul Vefa’da bulunan vakıf merkezinde birebir mülakatlar gerçekleştirerek bu şehirlerdeki bursiyerleri seçmişlerdir.Ayrıca burs komisyonumuzdan oluşan heyetler Ankara’ya,İzmir’e,Muş’a giderek bu illerimizde okuyan bursiyer adaylarımızla tanışarak onlarla mülakatları gerçekleştirip bursiyerleri seçmişlerdir.Diyarbakır’da okuyan bursiyer adaylarımız ile Dicle Üniversitesi’nde görev yapan hemşehri akademisyenlerimizden istifade ederek mülakatları gerçekleştirilmiştir.Bu çalışmalar neticesinde hedeflediğimiz ”1071 Bursiyer” seçilerek ekim 2019’dan başlamak üzere bursları hesaplarına yatırılmıştır.
]]>Bizlere Anadolu’nun kapılarını açarak bir toprağın vatana dönüşmesinin en önemli adımı olan Malazgirt Zaferi’nin 948.yıldönümü kutlu olsun. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan ve aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle yad ediyoruz.Mekanları cennet olsun.
]]>Vakfımızın 2018-2019 öğretim yılı konferans,seminer,söyleşi programlarının bu haftaki konuğu Prof.Dr.Behçet AL’dı.Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Anabilim dalı öğretim üyesi Prof.Dr.Behçet Al,vakfımızın konferans salonunda İstanbul’da okuyan bursiyerlerimize ‘’BİR DE BU AÇIDAN BAKMAK’’ konulu bir konferans verdi.Konferansa İstanbul’da bulunan çok sayıda Akademisyen hemşerimiz de katıldı.Konferansın açılışını vakıf başkanımız Dr.Orhan Sami Gültekin yaptıktan sonra öğrencilerimizden Doğukan Zengin konuk hocamızın hayatına dair bir hatırasını okudu.Konuk hocamızın konferansından sonra kendisine Muş’a ait bir tablo takdim edildi.Öğrencilerimizle beraber yemek yendikten sonra program sona erdi.
Bir Hatıra
Cennet-ül Baki’den Arafat’a
2006 yılında Diyanetin Hac organizasyonunda sağlık görevlisi olarak Medine ekibinde çalıştım… Hastanemiz Mescid-i Nebeviye on dakikalık yürüme mesafesinde idi. Her çeşit hasta ve hastalıklara bakıyorduk?
Artık hac zamanı yaklaşmış, Arafat’a çıkmaya sayılı günler kalmıştı. Hacı adayları Medine-i Münevvere ‘yi terk edip, Mekke-i Mükerreme’ye gitmeye başlamışlardı. Herkes çok heyecanlı ve bir o kadar sevinçli idi.
Tam bu sıralarda genel durumu kötü, şuuru kapalı, mosmor kesilmiş, yetmiş yaşlarında, oldukça da kilolu kadın hacı adaylarından biri acil servise getirildi. Hastamız Balıkesir veya Denizli’nin köylerindendi. O yaşa kadar hacca gelmek için ancak para biriktirdiklerini; ilk müracaatlarında hac kurasında isimlerinin çıktığını, köyde çiftçilik yaptıklarını, hacca sadece eşi ile geldiklerini, o gün de Mekke’ye kafileleri ile beraber gitmek için otobüse de bindiklerini hasta ile aynı yaşlarda bulunan eşinden öğrendik. KOAH denilen nefes darlığı hastalığı vardı. Hac seyahatinin heyecanı ve meşakkati içinde tedavisini düzenli alamamıştı…
Hastaya yapılan medikal (ilaçlı) müdahaleler yetersiz kaldı. Soluk borusuna tüp takmak zorunda kaldık. Bu tür hasta grubunu meslek hayatımın içinde çok görmüş ve tedavi etmiştim. O hastanın durumu hakikatten çok ciddi idi. Yapılan müdahalelere hiçbir şekilde cevap vermedi. Her geçen dakika daha da kötüleşti. Hastanemizde daha fazlası da yapılamazdı. Arap hastanesine götürüp yoğun bakıma yatırmalı; sonucu orda beklemeli idik.
Hastanın kafilesi de otobüslere binmiş, hastane önüne gelmiş, hastayı bekliyorlardı. Hava çok sıcak, otobüslerin içinde beklemek can sıkıcı; bazı hacılar da bir an önce hareket etmek istiyordu. O an orda yaşananlar eski dramatik Türk filmlerinde bile bulunmazdı. Hastanın eşine durumu anlattık… Eşi hastasının başına geldi; eğilip elli yıllık eşinin alnından öptü, ellerini alıp defalarca ağzına götürdü. “Ben seni Türkiye’den sağlam getirdim, beraber seninle hac yapacaktık, sen şimdi burada kalırsan ben sensiz nasıl tek başıma Arafat’a çıkarım” sözleri ve akıttığı gözyaşları hepimizin kalplerini derinden etkiledi.
Diyanet görevlileri, gözlü yaşlı, yaşlı adamın kollarına girip otobüse götürdüler. İki dakika sonra tekrar hastanın yanına geldi. Eşine sarıldı, alnından öptü; hastanın ellerini defalarca ağzına götürdü ve defalarca helâlık diledi. “Beni affet; biz seninle beraber Arafat’a çıkıp hacı olacaktık; evimize çocukların yanına beraber dönecektik. Sen olmadan ben Türkiye’ye nasıl dönerim. Seni getiremediğimi çocuklara nasıl söylerim” dedi ve hastanın üzerine kapanıp ağladı, ağladı ve ağladı… Kendisine hastayı Arap hastanesine götüreceğimizi ve her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söyledik. Mesajımızı hemen algıladı ve “Peki, ölünce kim defin edecek” diye sordu. Medinelilerin, şehir yöneticilerin ve hac görevlilerinin cenazeyi yıkayıp namazını kıldıktan sonra Cennet-ül Bakiye’ye defin edeceklerini söyledik. Diyanet görevlileri, sıcak havadaki hamam gibi otobüste olan hacı adaylarının “haydi çabuk olalım, piştik” seslerine daha fazla kayıtsız kalamadılar ve ayakları önde, başı arkada eşine bakan yaşlı adamın kollarından tutup nazikçe otobüse doğru götürdüler.
Bu arada ambulans kapıya yanaşmıştı; hastayı sedyeye alıp kapıdan ambulansa doğru giderken adam tekrar ağlayarak geldi. Bu defa durumu daha da kötü idi, kendisini büsbütün bırakmıştı. Dokunsan o da yere hastanın yanına yıkılacak gibiydi. Belli ki eşinden ayrılmak ona dayanılmaz bir keder vermişti. Tekrar eşine sarıldı, olabildiğince yüzünü onun yüzüne ve ellerine sürdü. “Kafileden ayrılamayacağını, onu da yalnız bırakmak istemediğini, ancak bunu yapmak zorunda olduğunu, bundan dolayı da çok üzgün olduğunu” ağlayarak söyledi. Görevliler bu kez onu zorla hastadan ayırabildiler. O an, orada bulunan hepimiz, bu duygu yüklü sahne karşısında dayanamayıp adamın ağlamalarına eşlik ettik. Bu hal içinde adamı otobüse hastayı da başka bir âlemde görüşmeleri umudu ambulansa bindirdik.
Hastayı Arap hastanesine ben götürdüm. Solunum cihazına bağladık. Geri dönmesi mümkün görünmeyen hastanın cansız gibi duran bedeni ile vedalaşıp ayrılmak zorunda kaldık. Bir daha da onda haber alamadık.
Bu olaydan on veya on iki gün sonrasında idi. Medine’deki tüm hacı adayları Arafat’a çıkmak üzere Medine;’den ayrılmışlardı. Sadece birkaç diyanet görevlisi ve sağlık çalışanı son güne kalmıştı. Gitmek için tüm hazırlıklarımızı yapmış, bavullarımızı toplamış ve otel lobisine indirmiştik. Hakikatten Kâbe’yi görmek için çok heyecanlı ve sevinçli idim. Aynı zamanda Resulullah’tan (ASM) ayrılacağımız için de hüzünlüydüm. Bu atmosfer içinde iken diyanet görevlilerinden biri telefonda ”hocam bir hacı adayımız kafilesini kaçırdı, yanınıza gelecek; Mekke’ye giderken onu da beraberinizde götürebilir misiniz” dedi. Gelsin dedim.
Hasta yoktu; beraber çalıştığımız hemşire hanım ve diğer sağlık çalışanları da eşyalarını hazırlamak için otele gitmişlerdi. Kısacası, o gün poliklinikte yalnız ben vardım. Masanın üzerinde duran bir dua kitabını açmış okuyordum. Elinde hac çantası, yetmiş yaşlarında, gözlüklü bir kadın selam verip içeri girdi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Bizimle beraber Mekke’ye gideceğini söyledi. Diyanet görevlisinin söylediği hacı adayı idi…
Çok sakin duruyordu. Ben de kendisine hoş geldiğini, biraz sonra beraber gideceğimizi söyledikten sonra önümdeki kitabı okumaya devam ettim. Sonra, misafirim beni konuşturmak için sorular sordu. Neden sonra ona saygısızlık ettiğimi hatırladım. Hemen elimdeki kitabı kapatıp sorduklarına cevap verdim. Bir ara durdu, geri yaslandı, son derece sakin ve güler yüzle bana bakarak “Doktor bey, beni tanıdınız mı” dedi. Tanımadığımı söyleyince, yine aynı soğukkanlılıkta “Ben geçen günkü hastanızım; falan hacının (eşinin ismini söyleyerek) hanımıyım” dedi ve gülümsedi. Ben oturduğum yerden ani bir hareketle ayağa fırlayarak “Aman Allahım, şükürler olsun” dediğimi hatırlıyorum. Sonra teyit ettirmek için titreyerek “hakikatten siz O musunuz” dedim? Onun ölmüş olabileceğini düşünüyorduk. Tüm bunlar nasıl oldu? Bir yanlışlık yok, değil mi” diye sordum. Rüya mı yoksa hayal mi görüyorum? Yanımda başka kimse de yoktu ki, yaşadığımızın hakikat olduğu ondan öğreneyim; hayretimi ve sevincimi onunla paylaşayım. Çok kısa bir anda zihnimden binlerce ihtimaller geçti. Yaklaşık yirmi kilo vermiş, çok zayıflamıştı. Gözlerinde geniş çerçeveli gözlükleri vardı. Gördüğüm o hastaya hiç benzemiyordu. Sonra olanların tümünü kabullenmek zorunda kaldım.
Hekimlik mesleğinde ölümden dönen tüm hastalarımız için sevinmişim. Ancak o hacı adayı hastamız için yaşadığım şaşkınlık, sevinç ve heyecanı hiçbir hastada yaşamamıştım; şu ana kadar da yaşamadım. Tüm hissiyatımla onu kucaklamak istemiştim.
Hacımız, Arafat’a çıkmaya çok az zaman kala hiç beklenmedik ve tahmin edilmedik bir şekilde geri dönmüş. Zaman kısa olduğu için hiç beklemeden makineden ayırmışlar. O gün Türk yetkililerine haber verilmiş ve hastaneden alınmıştı. Diyanet görevlilerinden de benim ona müdahale ettiğimi öğrenmiş. Bana da sürpriz yapmışlardı.
O sevinçle Arafat’a çıkmak için Medine-i Münevvere’den ayrıldık. Asıl heyecan Arafat’ta yaşandı. Başta kocası, kafilesi, herkes onu ölmüş ve Cennet-i Bakiye’ye defin edildiğini biliyordu. Arafat’ta, o mahşeri kalabalıkta, ölümünün arkasında kendisi için gözyaşları içinde duaya duran muhterem eşi ile karşılaştı?…
Beraber Arafat’ta kıyamda durdular, Müzdelife’den Mina’ya beraber gittiler ve beraber Kâbe’yi tavaf edip hacı oldular. Nazarımızda biri canlı, biri canlı cenaze?
Nasıl bir an, nasıl bir sevinç ve mutluluk yaşadıklarını göremedim. Ancak hayal edebiliyorum. Allah (CC) o yılki haccımı o iki yaşlı çiftin yüzü suyu hürmetine kabul etsin?
Prof. Dr. Behçet Al
Gaziantep Ünv. Tıp Fak.
]]>
NEDEN HELALEN VE TAYYİBEN
Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve tayyib (temiz) olarak yiyin ve Allah’dan korkun! Şüphesiz ki Allah, gafur (çok bağışlayan), rahimdir(çok merhamet eden). (Enfal:69)
O halde Allah’ın sizi, helal ve tayyib olarak rızıklandırdığı şeylerden yiyin ve siz kendisine inanan kimseler olduğunuz Allah’dan sakının. (Maide:88)
Öyle ise Allah’ın sizi rızıklandırdığı helal ve tayyib şeylerden yiyin; eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız, Allah’ın nimetlerine şükredin. (Nahl:114)
Yukarıda meallerini aldığımız 5 ayette sadece helal değil “tayyib” olanları yememizi emrediyor Allah. Peki neden Allah sadece helal kelimesi ile iktifa etmemiş ve “Tayyib” kelimesini de 5 ayette ısrarla eklemiştir? Fıkıhçılara sorduğumuzda şöyle diyorlar; helal haram kelimeleri gıdaların manevi durumlarından bahseder. Tayyib kelimesi ise maddi durumlardan bahseder. Mesela domuz haramdır (bkz: maide 3). Tek sebebi ise emr-i İlahi’dir. Necaset yemesi, geviş getirmemesi, eşini kıskanmaması ve etindeki trişin maddesi vs. gibi sebepler haramlığının sadece hikmetleridir. Asıl illet değildir. İllet sadece emr-i İlahi’dir. Emr-i İlahi ise manevi bir durum olup imtihan zamanına göre değişiklik gösterebilir. Mesela, Hz. Musa (as) zamanında cumartesi av yapmak haram kılınmıştı. Fakat İslam’da haram değil.. Yine aynı zamanlarda hayvanların iç yağlarını yemek de haram kılınmıştı. Fakat İslam’da ve günümüzde helaldir ve tüketiliyor. Hayvansal yağlar o zamanlarda mesela kolesterol yapıyor diye veya başka bir sebepten dolayı haram kılınmış denilirse hata yapılır. Allah haram demiştir ve haram olmuştur. Günümüzde de kolesterol yapıyor peki neden haram değil? Demek ki tek kural koyucu ve imtihan şartlarını belirleyici Zât olan Allah, İslam ile birlikte yeni kurallar belirlemeyi murad etmiş ve eski kurallarını değişik hikmetlere binaen değiştirmiştir.
Tayyib kelimesinden murad ise temiz, sağlıklı ve güvenilir olanlardır. Yani pis ve sağlıksız olmamak manasındadır. Dolayısıyla helal bir üretim pis ortamda veya sağlıksız katkılar ile yapılıyorsa buna haram denilmese de tayyib değildir denilir. Ve yine ayetlere münafi olmuş olur. Hem tüketilemez hem de sertifika verilemez. Mesela bir kuzu besmele ile kesildiği halde, pis bir ortamda ve sağlıksız şartlarda parçalarına ayrılmış ise buna haram denilmeyip “Tayyib” değildir denilir. Yine kanserojen olduğu net olarak bilinen; sodyum nitrit, sodyum benzoat gibi veya alerjik olduğu bilinen sentetik renklendiriciler veya nörotoksin olduğu bilinen msg ye sertifika vermez GİMDES. Ama haram da demez. Tayyib değildir der. GİMDES helal sertifika değil, Helal ve TayyibSertifikası verir. Çünkü ayette helal olanları yiyin tayyib olanları ise kafanıza göre takılın demiyor. İkisini beraber zikrediyor. Demek Allah, sadece helal olanları değil, aynı zamanda sağlıklı ve temiz olanları tüketmemizi emrediyor. Yani tayyib olmayanları da yememekle bizi mükellef kılıyor.
Çoğunlukla yapılan hata ise tayyib kelimesinin tahfif edilmesidir. Bunun sebebi ise, Kodeks Alimentarius veya Türk Gıda Kodeksi’nde olan tanımlandırmalar ile İslam Fıkhına ait bakış açısının karşılaştırılması ve yanlış değerlendirilmesidir. Yine sağlığa zararlı ürünler hakkında fıkıh hocalarımızdan öğrendiğimiz İslami bakış açısı şudur: Zararlı olmak 2 çeşittir.
Birincisi, mutlak zararlı olup çok az miktarlarda vücuda alındığında da zararlı olanlardır. İkincisi ise, izafi zarar olarak adlandırılan, yani bizzat zararlı olmayıp, ihtiyara (tercihlerimize) bağlı olarak kendimiz için zararlı hale getirdiklerimizdir.
İlk durumdaki maddeler, çok az dahi vücuda alındığında vücudun bundan zarar gördüğü mutlak olanlardır. Sodyum nitrit, sodyum benzoat, msg (mono sodyum glutamat), yapay tatlandırıcılar vs. bunlara birer misaldir ve Tayyib (sağlıklı) olmadıklarından dolayı helal sertifika verilemez.
İkinci durumda ise, doğru tüketildiğinde zarar vermeyen, fakat fazla veya zamansız tüketildiğinde (mesela yemekten hemen sonra meyve yemek gibi..) vücuda zararlı hale gelen gıdalardan bahseder. Her bir gıda buna misal olarak gösterilebilir. Çok fazla su içersek hücre patlaması (otoliz) olur ve su zehirlenmesi denilen hastalıktan ölebiliriz mesela.. Veya şeker hastası olan bir insan, vasat tüketildiğinde zarar vermeyen baklavayı çok yerse hastalığı artabildiği, çilek allerjisi olan birisinin çileği fazla tüketip, helal ve faydalı olan çilekten zarar görebildiği gibi.. İşte bu ikinci durum için fıkıh herhangi bir yasak koymayıp, her insan bütün bu gıdaları kendisine zarar vermeyecek şekilde tüketmelidir der.
Kodeks ise, değişik kobay hayvanlarıyla yapılan çalışmalarla tespit edilen öldürücü olan dozun, 100’de 1’i gibi rakamları maksimum sınır kabul ederek bu kanserojen, alerjik veya nörotoksin olan sağlıksız (Tayyib olmayan) katkılara izin verir. Çünkü insan bu katkıyı içeren gıdanın yüz katını bir anda tüketemez, az miktar alınan dozu ise vücut tolere edebilir der.. Fıkıh ile çatışır. Halbuki fıkhen asla zaruret kabul edilmeyen sebeplerle katkılar kullanılır. Raf ömrünü çoğaltmak, daha albenili göstermek, renk stabilizasyonu sağlamak, katı kıvam vermek, akıcı hale getirmek, esneklik kazandırmak vs. hiçbirisi fıkhen zaruret değildir. Katkılar ise bu ve benzer sebeplerden dolayı kullanılır.
Fıkıhta zaruret meselesi ise, hayatı tehlikeye düşmüş bir insanın hayatını kurtaracak veya insan uzuvlarından birisi kaybedilmek üzere iken bunun kaybını engelleyecek bir haram (veya helal olmayan bir şey) alternatifi de o esnada yok ise işlenebilir der.. Ölmek üzere iken domuz yemek (ölmeyecek kadar az) veya boğazına ekmek durmuş iken acilen şarap içmek (ekmeği giderecek kadar) gibi..
Hülasa, bizi yaratan ve imtihan kurallarını belirleyen Zât, “Helal ve Tayyib” ifadesini ısrarla kullanmış ise bunu iyi idrak etmeli ve bu manaya uygun yaşamalıyız. Tayyib kelimesiyle ifade edilmek istenilen manayı asla tahfif etmemeliyiz.